Giriş
Charles Dickens, 1859 yılında yazdığı “İki Şehrin Hikayesi” adlı romanında, Sanayi Devrimi’ni ve bu süreçte yaşadıklarını şu çarpıcı cümlelerle betimler: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü; hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi; hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı; her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana-sözün kısacası şimdikine öyle yakın bir dönemdi ki …”.
İklim krizi ve buna bağlı olarak küresel sıcaklık artışı, ekolojist aktivistlerin gündemde tuttuğu marjinal bir sorun gibi algılandı ve hep geleceğin sorunu olarak düşünüldü. Ancak gelecek artık geldi iklim değişikliğinin yarattığı olumsuzlukları yaşamaya başladık bile.
Bilim insanları yaşadığımız dönemi, jeolojik tanımlama açısından, Yunanca “holosen” yani “tamamen yenilenmiş” dönemden, “antropos”, yani “insan” sözcüğünden türetilmiş ve “insan etkisi” anlamına gelen “antropojen dönem” olarak tanımlıyor.
Geleneksel literatürde teknoloji, insanın doğaya egemen olma çabası olarak tanımlanırdı. Ancak bugün yaşadığımız “sürdürülemezlik” hali gösterdi ki, teknoloji doğaya egemen olmaktan öte, doğa ile uyumlu bir şekilde ilerlemenin yollarını aramak durumunda.
Öncelikli hedef ”yaşamın devamını”sağlamak olmalı. Bu bağlamda Paris Anlaşması ile gündeme gelen 2050 yılında küresel sıcaklık artışının 2 derecenin -hatta 1,5 derece- altında tutulması öncelikli hedef.
Suçlu Kim? Teknoloji mi?
“Teknoloji” kavramını,”bilim” kavramından ayıran temel özellik, teknolojinin insan odaklı olmasıdır. Cahit Arf, bilimi, doğayı ve evreni bütünüyle algılama çabası olarak tanımlar. Bilimsel çalışma salt “insan odaklı” değildir. Yani içinde insan olsun ya da olmasın, doğada ve evrende olan biten olayları açıklamaya çalışır. Teknolojinin temel amacı ise doğayı kavramak değil, doğayı değiştirmek ve ardından “yeni olanı üretmektir”. Teknoloji ise “insan odaklı” bir kavramdır ve teknolojinin her aşamasında insan vardır. Teknoloji tarihi insanlık tarihi ile birlikte başlar.
Ahmet İnam, teknolojik gelişimi şöyle tarif ediyor:
“Dünya dediğimiz bu gezegende insan “bilgi” ve “hüneri” ile var olmakta. Eski Yunanlılar insan hünerine “tekhne” diyorlardı. Topraktan ürün alma, hayvan yetiştirme, yol, köprü, bina yapımı, ev eşyası imali, silah üretimi, tıp ve bugünkü anlamıyla mühendislik tümüyle “tekhne” kavramı altında toplanıyordu. Çağımızda kullanılan “teknik” ve “teknoloji” sözcükleri bu kavramdan türetilmişti. Batı kültürünün bilim ve felsefede beşiği sayılan Eski Yunan toplumunda o zamanın bilim adamları filozoflar, bilgileriyle hakikati arıyorlar; evrende olup biteni anlama, açıklama çabası içinde, çıkarsız bir saf bilgiyi elde edebilme amacıyla, bilgelik sevgisi (philo-sophia, felsefe) taşıyarak, ona ulaşma yolunda kendilerini bilim hayatına adıyorlardı. Teknoloji kendi iç işleyişi içinde, ustadan çırağına aktarılarak sürdürülüyor, insan kullanımına bir araç olarak sunuluyordu. Thales gibi kimi filozofların, bugünkü anlamıyla mühendislik becerileri varsada, bilgi ve hüner, dünyayı olduğu gibi çıkarsız anlama, kavrama, olayları önceden kestirme ve teknolojik bilgilerle beceriler olarak ayrı ayrı gelişimlerini sürdürüyordu”(22).
Sanayi Devrimi’ne kadar, hakikati arayan ve saf bilgiye ulaşmaya çalışan, çıkarsız anlama ve kavrama çabası ile gelişen bilimsel anlayış ile bilime dayalı olarak gelişen, yani bilimden etkilenen ve birbirini destekleyen bilim-teknoloji ilişkisi ya da bütünlüğü, Sanayi Devrimi sonrasında teknoloji lehine bozulmuştur.
Bunun anlamı, teknolojik çalışmalarda önceliğin, bilimin temsil ettiği evrensel ve kamusal yarardan önce sanayicinin çıkarlarına evrilmesidir.
Kapitalizme Rağmen
Sanayici konumu gereği “kar etmek” üzerine odaklanmıştır ve uyguladığı teknolojiyi, kar etmesine olanak verdiği ölçüde geliştirme çabasındadır. 1960’li yıllara kadar, teknolojik ilerleme ve buna bağlı olarak toplumların bilgi ve becerilerinin artması, doğanın zarar görmesiyle eşzamanlı olarak gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda, insanlık, üç temel sorun ile karşı karşıya kalmıştır:
• Endüstriyel üretim süreçlerinde oluşacak olan “çevresel zararın” ihmali:
Sanayici için çevre kirliliği, hammadde olarak kullanılmasının ekonomik bir getirisi olmayan, üretim dışı malzeme ya da enerji akımıdır. Oysa toplum için “çevresel bozunum anlamına gelen kirlilik”, yaşam olanaklarını sınırlayan, doğa ile ilişkisini bozan, gelecek kuşakların yaşamını tehdit eden, doğrudan etkilendiği ve zarara uğradığı bir olgudur.
• Hammadde ve enerji kaynaklarının plansız ve hesapsız kullanımı:
Azalan doğal kaynaklar nedeni ile cevher ve enerji maliyetlerindeki büyük dalgalanmalar yaşanmakta ve küresel ekonomik krizler daha sık görülmektedir. Bu aynı zamanda sadece bizim yaşamımızı değil, tükettiği kaynaklar, değişikliğe uğrattığı yaşam tarzı, kültür ve değerler gibi nedenlerle gelecek nesillere bırakacağımız mirası da etkilemektedir.
• Gelir dengesizliği:
Bütün bunların sonucunda ise toplumsal refah azalmakta, ortalama insanların yaşam kalitesi bozulmakta ve ekonomik gelir dengesizliği sürekli büyümektedir. Pek çok toplum, pek çok ülke, teknoloji odaklı bu değişikliklerin kararlaştırıldığı süreçlerin çok dışında kalmasına karşın, değişimlerden doğrudan etkilenmektedir.
Yeşil Sanayi
K. Marx, 1847’de yayımlanan Felsefenin Sefaleti adlı yapıtında teknoloji-sanayi ilişkisini şöyle tanımlar:
“… Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar, kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek içinde, bütün toplumsal ilişkilerini de değiştirirler. El değirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise sınai kapitalist toplumu. Toplumsal ilişkilerine uygun olarak, ilkeler, düşünceler ve kategoriler üretirler”.
Bilsay Kuruç, 2015 yılında TMMOB Sanayi Kongresi’nde yaptığı açılış konuşmasında “sanayi” kavramını şu şekilde tanımlamaktadır:
“Sanayi daima bir devrim boyutuyla çıkar. Eğer devrim boyutu ile ortaya çıkmıyorsa, o zaman bir sanayileşme hareketinden bahsedemeyiz. Sanayilerden bahsedebiliriz; ama sanayileşmeden bahsediyorsak, sanayileşme ancak bir devrim boyutuyla; yani toplumu eskisine benzemeyen bir şekilde şekillendiren bir motor, bir lokomotif olmasıyla ortaya çıkar. O nedenle, sanayi dediğimiz zaman, yanı başında hemen devrim sözcüğünü kullanmak zorundayız ve biliyoruz ki, tarihin akışında büyük bir değişme yaratma görevini sanayi üstlenmiştir”(23).
Avrupa Yeşil Mutabakatı belgesinin önsözünde ise şu cümleler yer almaktadır:
“Giriş: Acil Bir Krizi Benzersiz Bir Fırsata Çevirmek:
AB doğal sermayesini koruyup geliştirirken, aynı zamanda vatandaşların sağlığını ve refahını, çevre kaynaklı risk ve etkilerden korumayı da amaçlamaktadır. Bu geçiş acil ve kapsayıcı olmalıdır. Geçiş, insanları ilk sıraya koymalı ve en büyük zorluklarla karşılaşacak bölgelere, sanayilere ve işçilere dikkat edilmelidir. Avrupa Yeşil Mutabakatı önemli bir değişime neden olacağından, politikaların işe yaraması ve kabul edilmesi için bu geçiş sürecinde aktif halk katılımı ve güven çok önemlidir. Ulusal, bölgesel ve yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, AB kurumları ve danışma organları ile yakın bir şekilde çalışan endüstriler ile tüm kesimlerden vatandaşları bir araya getirmek için yeni bir anlaşmaya ihtiyaç vardır. (15)”
Üç farklı bakış açısının da ortak yani sanayinin sadece sınırları belirli sektörler toplamı olarak değil, toplum ilişkilerini de devrim boyutunda değiştiren bir olgu olarak değerlendirilmesidir. Peki aynı yıkıcı ve çok bileşenli etkiyi “yeşil sanayiye dönüşümde” de görüyor muyuz?
Ne Yapmalı?
Teknik konularda karar verme sürecinde yer alan herkesin, başta mühendisler olmak üzere çeşitli teknolojik alternatifler arasında seçim yaparken, her alternatifin avantajları ve dezavantajlarını düşünürlerken, sadece teknik kriterlere göre değil, uzun dönemli sürdürülebilir, arzu edilebilir ve nitelikli yaşam kriterleri çerçevesinde karar vermesi, yani teknolojik tercihlerin sosyal, politik, ekonomik, çevresel hatta psikolojik tüm etkilerini göz önünde bulundurması gerekmektedir. Çünkü, teknolojik tercihler sadece ekonomiyi değil, tüm geleceği şekillendirmektedir (24).
Bu bağlamda endüstriyel tasarım, girdi ve proseslerde değişimler olması kaçınılmazdır. Sanayinin ana girdilerinden olan ve hem üretim hem de kullanım aşamalarında ciddi salınımlar üreten fosil kökenli enerjilerin yerine, enerji tasarrufunu önceleyen ürün, hizmet ve proseslerin ile alternatif yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının arttırılması kısa vade de olabilecek bir süreç değildir. Kuşkusuz enerji türü değişince, sistemler ve kurallar değişecektir. Yeni kaynaklardan enerji üretmeye başlayınca, sanayi üretiminin de altyapısı değişmek zorundadır. Bu şimdiye kadar alışılageldiği gibi yeni teknolojiler satın alınarak çözülemez, bu değişimleri yerine getirecek bilimsel etkinlikler gereklidir (25). Bu bağlamda sürdürülebilir kalkınma modeli ile, var olan sanayi altyapısına değişim için fırsat ve zaman yaratılmaktadır.
Neler değişecek:
Öncelikle Avrupa Birliği’nin gündeme getirdiği, iklim krizi ile mücadelede “yeni bir iklim rejimi” gerekli. Bu rejimin ana kurgusu ise ekonomik büyüme ile kaynak kullanımının ayrıştırılması, diğer bir deyişle lineer ekonomiden, “döngüsel ekonomiye” geçiş.
Yeni iklim rejiminin diğer önemli bir yaklaşımı ise, tüm sektörlere kapsayıcı ve bütüncül bir anlayış ve kritik sanayiler (demir-çelik, çimento, alüminyum, enerji, tarım, binalar, taşımacılık, enerji gibi) bazında politika üretimi.
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) raporuna göre (Net Zero by 2050), insan kaynaklı küresel sera gazı salınımının yaklaşık dörtte üçü enerji sektörü kaynaklı.
- Bu bağlamda enerji sektörü kendi içinde fosil yakıt kullanımından yenilenebilir kaynaklara yönelmeye başladı,
- Aynı zamanda birincil enerji talebinde azalma gerçekleşmeli. Bunun yolu ise “enerji verimliliğinin” arttırılması. Başta metalurji, çimento ve seramik gibi enerji-yoğun sektörler ise daha verimli enerji kullanımına odaklanmış durumda.
- Elektrik üretiminin yenilenebilir kaynaklardan yapılması ile beraber ve enerjinin nihai kullanımında elektrik enerjisinin öne çıkarılması (bu noktada nükleer enerjinin “yeşil” olup olmadığı hala tartışma konusu),
- Tarımsal emisyonlarda düşme,
- Yine çok tartışılan bir diğer konu da karbon tutma, değerlendirme ve depolama teknolojileri,
- Karbon vergileri ve bu vergilerin yenilenebilir enerji yatırımlarının finansmanı için kullanılması.
Metalurji Sektörünün Gündemi
Yoğun enerji tüketen ve emisyon üreten metalurji sektörünün gündemi ise aşağıdaki başlıklarda yoğunlaşmakta:
• Metalurjik tesislerde elektrifikasyon ve bu elektriğin yenilebilir kaynaklardan üretilmesi,
• Metalürjik tesislerde, üretimin her aşamasında enerji tüketiminin azaltılması (birincil teknolojilerde iyileştirmeler) ve birincil malzemelerin ikincil malzemelerle ikame edilmesi,
• Metalik ürünlerin yaşam döngülerinin kapalı döngü haline getirilmesi, yani kullanım ömrünü doldurmuş ürünlerin yeniden kullanım ya da yeniden üretim ile aynı işleve sahip “yeni ürün” formuna getirilmesi, yan ürünlerin başka endüstrilerde hammadde olarak kulanım olanaklarının araştırılması ve kullanılamayan yan ürün ya da atıklardan enerji üretimi,
• Özellikle taşıtlarda, tasarım aşamasında daha hafif alternatif malzemeler seçilerek ya da yeni alaşımlar üretilerek, malzeme miktarlarının azaltılması (demateryalizasyon),
• Aynı işlevi görecek daha çevreci malzeme ve proseslerin seçimi.
• Yenilenebilir enerji üretiminde ikincil metallerin birincil metalleri ikame etmesi
Ve Türkiye
Emisyonlar
En çok salım yapan 20 ülkeyi de listeleyen Küresel Karbon bütçesi 2019 raporuna göre, Türkiye en çok emisyonu olan 15. ülke olarak yer alıyor. Çin ve ABD’de salım artış hızı önemli ölçüde düşüyor, AB’de ise mutlak olarak azalım gösteriyor. Bu durum raporun yazarları tarafından enerji sektöründeki kömür kullanımındaki azalmaya bağlanıyor. Türkiye 1990 yılına göre 2011’de sera gazı emisyonlarını %125.1 arttırmıştı. 2012’de süren yüksek karbon ekonomisi ile bu artışı %133.4’e çıkardı.
Türkiye kişi başına düşen sera gazı emisyonlarının 1990’a oranla 2016’da %66.6 artmıştır. TÜİK 2016 sera gazı emisyon istatistikleri dikkate alınınca Türkiye’de kişi başına düşen salım miktarı 6,3 ton.(8)
Sanayimiz
Erol Taymaz (7) ekonomik büyümenin kaynaklarını 4 bileşene bağlıyor:
- Yatırım
- Yaygın eğitim,
- Yenilik ve
- Yapısal dönüşüm.
Bununla birlikte sanayi politikalarını ise pasif ve proaktif sanayi politikaları olmak üzere olarak ikiye ayırıyor ve aşağıdaki gibi karakterize editor: (7)
- Pasif/savunmacı sanayi politikasının ana bileşeni:
o Düşük maliyet (düşük ücret) temelinde rekabet gücü
Niteliksiz işgücü (“beşeri sermaye”)
İzleyici sanayi yapısı
- Proaktif Sanayi Politikası ise;
Üretkenlik ve yenilik temelinde rekabet gücü
• Yenilik: Teknoloji ve yenilik politikaları
• Yaygın eğitim: Nitelikli işgücünün gelişimi
• Yatırım: Kamu girişimciliği
• Yapısal dönüşüm: Sanayi yapısında dönüşüm
Bunların ışığında Türkiye’nin son 60 yıldaki büyüme performansını ise stabil ancak pasif ve gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşmak için yetersiz görüyor: (7)
- Türkiye 1950’lerden itibaren iyi bir izleyici
- Yapısal dönüşüm yavaş
o Uluslararası iş bölümündeki konumu değişmiyor
o Tekstil en önemli ihracatçı sektör
o Bilgi iletişim teknolojilerinin payı çok düşük
- Büyüme hızı yeteri kadar hızlı değil
- Teknolojik yenilikler yaygın değil
o Üretkenlik düşük
- Nitelikli işgücü sorunu
o Eğitimli nüfus oranı
o Eğitimin niteliği
o İş yerindeki eğitimin yetersizliği (yüksek işgücü devir oranı)
Türkiye’nin dünya ekonomisine eklemlenme biçimi (üretim zincirlerindeki konumu) mevcut büyüme yapısında bir değişikliğe yol açmıyor ve Türkiye her dönem, o döneme özgü teknolojisi standartlaşmış, düşük maliyet temelinde rekabetçi olunabilecek ürünlerde uzmanlaşıyor. (7)
Türkiye Kaçıncı Sanayi Devrimini Yaşıyor?
Eşiyok’a göre (5);Türkiye’de sanayide faaliyet gösteren tesisler ağırlıklı olarak Sanayi 2.0 ile Sanayi 3.0 teknolojilerine dayalı olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Ancak otomotiv, ilaç, savunma ve havacılık gibi sektörlerde Sanayi 4.0’ün endüstriyel robotlara dayalı üretimi de söz konusu. Başka bir ifadeyle, sanayileşmeye geç katılan bir ülke olarak Türkiye, bir yandan demode olarak tanımlanan teknolojilere sahip iken, diğer bir uç noktada ise çağın gereklerine uygun teknolojilerle üretim yapıyor. Türkiye sanayi düşük teknoloji yoğunluklu sektörlerin üretiminde belli bir üretim kapasitesine ulaşıp yetkinleşirken, teknoloji yoğunluğu arttıkça dışa bağımlılığı artıyor. Türkiye sanayi genel olarak Sanayi 4.0’ın çok uzağında.
Erken Sanayisizleşme
Burada imalat sanayinin katma değer yapısı ile ilgili temel bir olgunun altını çizmek istiyoruz. Dünya ekonomisinde meydana gelen hızlı teknolojik gelişmeler sonucunda gelişmiş ülkelerde sanayinin katma değer payı 1950’lerde zirve yaptıktan sonra düşmeye başladı. Sanayi Devrimi sonucunda yeni teknolojilerin üretimde kullanılması ile birlikte, üretimin yapısı sanayiden hizmetlere kaydı. Bu gelişme sanayileşmiş ülkelerde imalat sanayinin milli gelir içerisindeki payının önemli ölçüde aşınması ile sonuçlandı. Gelişmiş ülkelerde hizmetlerin ulusal gelir içerisindeki payı artarken, imalat sanayini payı düştü. Başka bir ifadeyle, gelişmiş ülkelerde imalat sanayinin ulusal gelir içerisindeki payının düşmesi bu ülkelerin hizmet temelli ekonomiye geçtiklerini gösterirken, Türkiye gibi yarı-sanayileşmiş ekonomilerde erken sanayisizleşme anlamına gelir. Kısaca, Türkiye gibi henüz olgun ekonomi aşamasına geçememiş bir ekonomide, imalat sanayinin aşınan katma değer payı ve hizmetler sektörünün giderek sağlıksız bir şekilde şişmesi, Türkiye’nin “erken sanayisizleşme / premature deindustrialization” olgusu ile karşı karşıya kaldığını gösterir. (5)
Henüz olgun ekonomi, aşamasına geçememiş, birçok açıdan yarı-sanayileşmiş özellikler gösteren Türkiye ekonomisi, bir yandan yaygın büyüme süreci ile karşı karşıya iken, diğer taraftan dördüncü ve giderek beşincisinin tartışıldığı sanayi devrimlerinin yarattığı etkileri göğüslemek zorunda. Sanayi 4.0 çağında üretim, dolayısıyla ihracat yapısının yüksek katma değerler üreten, teknoloji yoğunluğu yüksek sektörler temelinde dönüştürülememesi durumunda ithalata bağımlılık daha da yükselecek. Yapısal sorunlar artacak, erken sanayisizleşme sorunu derinleşecek, bundan kuşku duyulmamalı. (5)
Erken sanayisizleşmenin sonuçları: (6)
- Düşük (potansiyel) büyüme; emek/kaynak kullanımı açısından patolojik bir durum..
- Teknolojik ilerleme/koşulsuz yakınsama sektörünün kaybı,
- Üretkenlik artışlarının sürdürülebilirliğine etkisi,
- Düşük istihdam/düşük büyüme oranları/düşük üretkenlik artışları,
- Yüksek kayıtdışılık.
Sonuç Niyetine Sorular
Küresel Ölçekte;
Sanayide yeşil dönüşüm küresel ölçekte, klasik sanayi tanımlarına uygun şekilde “devrim” niteliğinde ortaya çıkmıyor.
Kapitalizme rağmen kapitalizm ile iş birliği içerisinde küresel iklim değişimini -en azından ertelemek dahi- çok olası görünmüyor. Rusya-Ukrayna savaşı, Başta Avrupa olmak üzere, ülkelerin “yeni iklim rejimine” bağlı kalmadıklarını/kalamadıklarını ortaya çıkardı. Hala enerji arzının % 70’ten fazlası fosil yakıtlardan karşılanırken, küresel enerji altyapısı nasıl değişecek?
Nükleer enerjinin yeşil enerji sayılması ise ayrı bir çalışmanın konusu olabilir ancak.
Türkiye’de;
Ülkemizde ise iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum politikaları genellikle birer “maliyet kalemi” olarak algılanıyor. Daha tutarlı politikalar için ise bütüncül bir bakış açısına ihtiyaç duyuyoruz. Eksik bileşenler şunlar:
Hala enerji arzının % 80’den fazlası fosil yakıtlardan karşılanırken, ulusal enerji altyapısı nasıl değişecek?
Küresel ölçekte -stabil olmasa da- gelişen bu sürece nasıl katılacağız?
Sürece ekonomik, teknolojik, kültürel unsurları da kapsayan bir bütüncül planla mı, yoksa sektör bazında ve münferit olarak mı katılacağız?
Yeşil dönüşümü kaçırmanın ya da geç kalmanın maliyeti ne olacak? Kimler bu sorumluluğu üstlenecek?
Erken sanayisizleşme sorunu yaşayan ülkemizde, yeşil dönüşüm nasıl hayata geçecek?
Sanayinin farklı sektörlerinin içinde yaşadığı farklı sanayileşme düzeylerinde, firmalar yeşil dönüşüme nasıl ayak uyduracak?
Teknoloji üretmeyen bir ülke, yeşil dönüşüm teknolojilerini teknoloji transferi ile çözmek zorunda kalırken, teknoloji transferi sürecinin aşamaları olan seçim ve dinme, özümseme ve geliştirme ve üretim süreçlerini, farklı sanayi düzeylerindeki (Sanayi 2.0, Sanayi 3.0 ve Sanayi 4.0 düzeylerinde) işletmelerde kim ve nasıl yönetecek?
Ve teknoloji transferi sürecini kim finanse edecek?
Uluslararası Alüminyumcular Birliği (International Alumininum Association, IAI) küresel alüminyum sektörüne hedef olarak koyduğu 2050 yılında sıfır karbon salınımı bağlamınd DEVAMI...
Giriş Niyetine – Fabrika Ayalarına Dönmek Bilimsel çalışma salt “insan odaklı” değildir. Yani içinde insan olsun ya da olmasın, doğada ve evrende olan biten DEVAMI...
Giriş Charles Dickens, 1859 yılında yazdığı “İki Şehrin Hikayesi” adlı romanında, Sanayi Devrimi’ni ve bu süreçte yaşadıklarını şu çarpıcı cümlelerle betimler DEVAMI...
Mühendislik: Bilinenden Daha Fazlası Üniversite giriş sınavı sonrası -biz her ne kadar mesleğimizin itibar kaybettiğini gözlemlesek de- meslek seçimi arefesindeki gen& DEVAMI...
Giriş Bütün alüminyum işleyen işletmelerde, son yılların eğilimi olabildiğince fazla hurda ya da daha genel bir deyişle ikincil malzeme kullanmak ve böylece karbon ayak izini d&uum DEVAMI...
Temelde cevherden ya da hurdadan metal kazanımı (ekstraksiyonu) aynı rotayı izleyen prosesler. Birincil üretimde madencilik proseslerine, ikincil üretimde hurda toplama, cevher zenginleşti DEVAMI...
Halimiz Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) hazırladığı “1,5°C Küresel Isınma Özel Raporu’na” göre; - İnsanlar, dünya DEVAMI...
Magnezyum Üretim Yöntemleri Dünyanın en büyük magnezyum üreticisi ve ihracatçısı Çin’dir. Çin, 800 000 ton’dan fazla yıllık birincil magn DEVAMI...
Giriş Geçtiğimiz aylarda Magnezyum ve Silisyum fiyatlarındaki öngörülemez artış, alüminyum sektörünün önemli gündemlerinden birisini oluşturdu. Ar DEVAMI...
Giriş Skandiyum, nadir toprak elementleri içerisinde yer alan ilginç bir element. Nadir toprak elementlerini oluşturan ana element grubu Lantanitler (atom numaraları 57’den 71&rsqu DEVAMI...
Giriş Birincil alüminyum üretimi küresel seragazı emisyonlarının %2’sinden sorumlu ve üretilen toplam elektrik enerjisinin %4’ünü tüketiyor. S&u DEVAMI...
Otomotiv endüstrisi temel bir değişimle karşı karşıya: elektromobilite önem kazanıyor, bölgesel pazarlar farklı şekilde gelişiyor ve Çinli üreticiler daha büyük bir rol üstlenebilir. Rekabet güc& DEVAMI...
ŞA-RA Enerji ve Çukurova Üniversitesi Adana Organize Sanayi Bölgesi Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu arasında yapılan iş birliği ile öğrencilerin sektör deneyimini üniversite eğitimiyle buluşturacakları DEVAMI...
Sensör, yazılım ve otonom teknolojileri bir araya getiren dijital gerçeklik çözümlerinde dünya lideri Hexagon, otomotiv üreticisi SEAT S.A. ile 25 yıllık ortaklığını Manufacturing Intelligence böl&u DEVAMI...
Siber güvenlik şirketi ESET, Linux arka kapısı WolfsBane’in birden fazla örneğini tespit ederek bunu Çin’e bağlı bir gelişmiş kalıcı tehdit (APT) grubu olan Gelsemium’a atfetti. Keşfedilen arka kapılar DEVAMI...
Siber güvenlik şirketi ESET, Linux sistemleri için tasarlanan ve yaratıcıları tarafından Bootkitty olarak adlandırılan ilk UEFI bootkit’ini keşfetti. Bu keşif UEFI önyükleme kitlerinin artık yalnızca Windows sistem DEVAMI...
Tosyalı Holding, metalurji sektöründe önemli bir hamle yaptı. Tosyalı Metalurji, sektördeki en büyük rakiplerinden Baştuğ Metalurji’yi satın alarak, yıllık sıvı çelik üretim kapasitesini 8 milyo DEVAMI...
Yönetim danışmanlığı şirketi Horváth’tan Tobias Bock İnsansı robotların üretim süreçlerine esnek bir şekilde entegre edilebileceğini vurguluyor. İnsansı robotların yakın zamandaki atılımının te DEVAMI...
ÇELİK ÜRETİMİ 2024 yılının Ekim ayında Türkiye’nin ham çelik üretimi, geçen yılın aynı ayına göre %0,7 artışla 3 milyon tona yükseldi. Ocak-Ekim döneminde ise üretim %12,4 oran DEVAMI...
Otomotiv Sanayii Derneği (OSD) 2024 yılının ilk 10 aylık dönemine ilişkin verileri açıkladı. Geçen yılın aynı dönemine göre toplam üretim yüzde 7 gerileyerek 1 milyon 122 bin 567 adet olarak gerçek DEVAMI...
Otomotiv tedarik sanayisinin başarılı kuruluşlarının ödüllendirildiği 2024 Yılı OSD Tedarik Sanayi Başarı Ödülleri Töreni düzenlendi. Etkinlikte OSD üyelerinin kalite anlayışı, teslimat güvenirliği, tek DEVAMI...