Enerjimizi değer yaratmak için harcayalım.
Ne zaman üniversite öğretim üyeleri ile sanayici veya çalışanları bir araya gelse konu “ülkemde üniversite sanayi işbirliğinin yapılamamasına”, üniversitelerin sanayi sorunlarını anlamadığı, çözüm bulamadığına” gelir. Panellere konu başlığı “Üniversite-Sanayi İşbirliği” dir. O panellerde, yurt dışında biraz vakit geçirip sanayide çalışmış birileri de hep “Yurt dışında üniversiteler sanayi ile böyle çalışıyor deyip ülkemdeki üniversitelerin yanlış çalıştığını ima eder hatta doğrudan söylerler”, hatta bazıları çok ileri gidip sanayi kuruluşlarının başarılarını gösterip “Üniversiteler yapamadı, onlar yaptı” derler. Üniversite-sanayi işbirliği konusu ülkemde en çok zaman harcanılan ve her iki tarafında kendini haklı bulduğu, çözümü bulunamayan faydasız tartışmaların önde gelenlerindendir.
Gelin, önyargılarımızı sorgulayalım ve sağlıklı iletişim için kurumlarımızı tekrar tanıyalım.
Acaba üniversite, sanayi ve hatta enstitülerin varlık sebepleri ortak mıdır? Bu kurumların varlık sebeplerini gerçekleştirmek için alt yapıları doğru tasarlanmış mıdır? Kurumların kaynakları, hedefleri ve ürünleri birbirlerinden farklı mıdır? Farklı mı olmalıdır? Ürünlerinin pazarı/müşterileri kimlerdir? Ürünlerin değerinin karşılığını nasıl alırlar?
Üniversiteler…
Üniversitelerin varoluş sebeplerinin birincisi eğitim tasarlamak ve vermek, ikincisi yeni ürün ve prosesler/hizmetler üretmek için araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) yapmaktır. Akademisyenler, asistanları, yardımcıları ve öğrencileri doğadaki olayların, hayata dair gizemlerin çözümüne yönelik sistematik ve akılcı yaklaşımlar ile temel ve uygulamalı araştırmalar yaparlar. Bu aşamada yapılan laboratuvar ölçekli deneysel çalışmalar neticesinde de ürünler/eşyalar/hizmetler üretilir. Üniversiteler ürünlerini laboratuvar ölçeğinde test edip onaylarlar (validation).
Üniversitelerin en kıymetli ürünlerinden biri ömür boyu düşünebilen, yaratıcı ve problem çözebilen mezunlardır. Diğer kıymetler/ürünler ise araştırma ve geliştirme çalışmalarından çıkan entelektüel sermayenin, “nasıl yapılır bilgisinin” yazıldığı tez, patent, makale ve bildiri vb. yayınlardır. Bilgi en değerli hazinedir, dersler, lisans ve lisansüstü tez çalışmaları (Ar-Ge projeleri) danışmanlıkları ve istenildiği takdirde diğer kuruluşlardan gelen danışmanlık talepleri ile paylaşır.
Üniversiteler, patentleri lisanslandığında, bir kuruluşa Ar-Ge projeleri kapsamında danışmanlık hizmeti verildiğinde, kira gelirleri ve bağışlar sayesinde doğrudan gelir elde ederler. Öğrencilerin tezlerini gerçekleştirmek, laboratuvarlardan önce, bakım-onarım ihtiyaçları için gerekli finansmanı bu gelirlerden, ulusal ve uluslararası fon kaynaklarından sağlamaya çalışırlar. Diğer ürünler dolaylı gelir kaynağı sağlanan paha biçilmez ürünlerdir. Mezunların başarıları en büyük gurur kaynağı ve yayınlardan alınan atıflar üniversitelerin dünya ligindeki saygınlık kaynakları, marka değerleridir.
Enstitüler…
Enstitülerin ilk varoluş sebebi bir alanda odaklanıp nitelikli kadroları (akademisyen, asistan, yüksek lisans, doktoralı personel, uzman, mühendis, teknisyen, tekniker ve lisans-üstü eğitim alan öğrenciler) ile araştırma ve geliştirme yapmaktır. İkincisi, lisansüstü seviyede eğitim vererek uzman Ar-Ge personeli yetiştirmektir. Yani enstitüler lisans eğitimi vermezler.
Laboratuvarlar ve enstitülerin ürünleri; mezunları, yeni ve gelişmiş bilgilerin yer aldığı yayınlar (tez, patent, makale, bildiri vb) ve danışmanlık hizmetleridir.
Enstitülerde, ürünler laboratuvar ölçeğinin birkaç kademe üstünde yani pilot ölçekte test edilip onaylanarak üretilir. Bir başka deyişle genellikle enstitülerin alt yapısındaki cihazlar pilot ölçekte ve/veya seri üretimde kullanılan cihazlardır.
Ülkemizde üniversitelerin, enstitülerin Ar-Ge gelirlerinin büyük kısmı ulusal ve uluslararası Ar-Ge fonlarından sağlanır.
Sanayi kuruluşları…
Devlet veya özel sektörün hisse sahibi olduğu sanayi kuruluşlarının varoluş sebebi ise karşılığında doğrudan para sağlayacağı ürün/eşya ve teknoloji tasarlayıp üretmek ve satmaktır. Varoluş sebeplerinde ikincisi ise Ar-Ge veya ürün geliştirme faaliyetleri yapmak ve kendi rekabet gücünü artırmak için “nasıl yapılır” bilgisi üretmektir. Sanayici, stratejisine bağlı olarak isterse bu entelektüel sermayesini güvence altına almak için patent veya faydalı model alır ya da “sır” olarak saklar. Bu sermaye ile çalışan personelinin tecrübe ve bilgisi artar. Bu entelektüel sermaye ürününe katma değer sağlar yani yine para kazanır.
Sanayilerin insan kaynakları ve cihaz alt yapıları pazarda satışını yaptıkları ürünlere göre tasarlanır. Sanayicinin ürünü doğrudan para getiren ürün olarak veya başka bir ürün ile birleşerek son kullanıcıya ulaşır. Yani fikir için yaratıcı çözüm, seri üretimde test edilir ve onaylanır. Ürünlerinde iyileştirme yapmak ve/veya kalitelerini güvence altına almak için Ar-Ge ve Kalite Güvence laboratuvar alt yapısına da sahip olabilirler. Hatta bazılarının Ar-Ge merkezleri olabilir.
Ar-Ge merkezlerin varoluş nedenleri Ar-Ge faaliyetleri gerçekleştirmektir. Üniversite ve enstitülerde olduğu gibi eğitim verme misyonları yoktur. Alt yapıları faaliyet alanlarına göre şekillenmiş laboratuvar ve atölyelerden oluşur. Ar-Ge personeli (mühendis, uzman, teknisyen ve tekniker vb) gibi nitelikli yetişmiş (yüksek lisans, doktora mezunu) insan kaynağından oluşur. Görevleri, kendi bağlı olduğu kuruluşun faaliyet alanlarında şekillenmiş Ar-Ge projelerinden genellikle pilot ölçekte onaylanmış ürünleri üretip seri üretimi ikna edecek sonuçları raporlamaktır. İstenirse entelektüel sermaye sır olarak saklanır veya patent, makale, bildiri vb. yayınlar ile bilgi toplum ile paylaşılır.
Ülkemizde sanayi Ar-Ge merkezlerinin gelirleri, öz sermayeleri, devlet teşviklerinden ve kurumlara özel geliştirilmiş pek çok ulusal ve uluslararası Ar-Ge fonlarından sağlanır. Akıllara “devlet üniversitelerindeki çalışanların ücretleri de devletten karşılanıyor” demek gelebilir. Evet, doğru ancak lütfen bir kez daha varlık sebeplerimizi gözden geçirelim. Özellikle de bir üniversite mezunuysanız tekrar düşünün. İkinci çıkış özel üniversitelerde arandığında, o üniversitelerin finansman kaynaklarını ve aldıkları teşvikleri değerlendirmek gereklidir. Bu sorgulama tekniği esas alındığında Ar-Ge merkezleri ile üretim birimleri arasında da benzer faydasız tartışmalar başlayacaktır.
Bu kurumların birbirlerinden beklentileri nelerdir, neler olmalıdır? Beklentiler karşılanıyor mu? Üniversitelerden neler bekleniyor? Peki, sanayiden beklentiler nelerdir? Bazı beklentiler neden karşılanamıyor?
Ortada kabul edilmesi gereken gerçek, kurumlarımızın varoluş sebepleri birbirinden farklı olduğudur. Tüm bu kurumların alt yapıları varoluş sebeplerine göre tasarlanmış ve her kurum üzerine düşen görevi yapmak ve ürünlerini en iyi kalitede üretmek için çaba harcamaktadır. Bu aşamada beklentileri üniversitelerin pazara sunduğu ürünler üzerinden sorgulayarak ele almak faydalı olacaktır.
Mezunlar
Bu ürün söz konusu olduğunda sanayi ve üniversite arasında oldukça güçlü bir işbirliği mevcuttur. Üniversitenin ilk ürünü “mezunları” sanayiciler işe almaktadırlar. Bu işbirliğinde her çağda beklenti; meraklı, sorgulayan ve tutku ile problem çözmek için uğraşan yaratıcı mezunların yetiştirilmesidir. Üniversiteler belli alanlarda mezun verirler. Bu mezunlar lisansüstü eğitimlerinde özel konularda uzmanlaşırlar. Her sanayi şirketinin kurum kültürü, üretim yöntemi, ürünleri ve ihtiyaç duyduğu uzmanlık alanı farklıdır. Her kurum veya sektöre özel mezun yetiştirmek ancak ilgili sektörle özel geliştirilmiş programlarla (eğitim ve staj) mümkün olabilir. Bu işbirliğinin daha ileri düzeye getirilmesi için sanayici ile üniversitenin bu programları beraber tasarlaması, yönetmesi, denetlenmesi ve sürekli hale getirilmesi için finanse etmesi gerekmektedir. Bu aşamada hedef meraklı, sorgulayan, tutku ile problem çözmeyi becerebilen, yaratıcı, insan olmayı bilen ve insana değer veren mezunları yetiştirmek ve onları insana değer veren ortamlarda yeşertmek olmalıdır.
Mezun ve sanayicilerin unutmaması gereken bir gerçek, ömür boyu öğrenmenin devam etmesi gereğidir. Çoğu sanayi kuruluşu önceleri bazı yönetim standartlarının (ISO 9001 vd), ana sanayilerin isteği ile şirket çalışanlarının eğitimin sürekli olması gerektiğini kavramış ve bütçelerinde eğitim için pay ayırmışlardır. Daha sonra eğitime değer verenler, eğitimin sürekliliği için değişik yöntemler geliştirmişler ve bazı kurumlar kendi şirket içi okullarını (çoğu akademi adında) kurmuşlardır. Bu okullarda şirket çalışanları eğitmen olarak görev almakla birlikte diğer şirketler ve üniversitelerden destek almaktadırlar. Bu işbirliğinin etkinliği, akıllı tasarlanıp, yönetilen ve denetlenen sistemlerin kurulması ile sağlanabilir.
Entellektüel Sermaye
Yayınlar; meraklı, okumanın ve yaşam boyu öğrenmenin kıymetini bilen sanayi çalışanlarının kullandıkları ürünler arasındadır. Bu yayınlarda beklenti sanayinin problemlerine odaklanılıp çözüm geliştirilmesi beklenir. Tam da bu aşamada yurt dışında şahit olduğum ve çok etkilendiğim bir olayı paylaşmak isterim.
Hikaye
Bir gün New Mexico Tech, Jones Hall’deki laboratuvarda deney yapıyor iken doktora danışman hocam, rahmetli Prof. Dr. Osman Tugay İnal geldi ve az önce yaşadığı bir olayın onu çok etkilediğini ve bizlerle paylaşmak istediğini söyledi. Adını şimdi hatırlayamadığım bir Amerikalı emekli beyefendi, hocanın odasına gelip ona 5000 $’lık bölüm adına yazılmış bir çek uzatmış ve “Ben bu paranın çok merak ettiğim bir malzeme olan “cam”ın kırılma mukavemetini artırmak için yapılacak bir araştırmada kullanılmasını istiyorum” demiş. Hoca hiç şaşırmamış ama beyefendiden çok etkilenmişti. Ben şaşkınlığımdan ve inanamamışlığın verdiği cesaretle hocama “Neden diye sordum, neden bu parayı gidip bir yardım kuruluşuna değil de buraya ve bu amaçla bağışlıyor dedim?” O da “Neden olmasın sadece merak etmiş ve bu parayı bilim için harcamak istemiş” dedi. Beyefendinin beklentisi sadece adının öğrencinin bitirme tezinin teşekkür kısmında geçmesi ve tezin bir kopyasının da kendisine gönderilmesi imiş.
Bilim ve teknolojiye ve sonuçta insanlığa az yada çok katkı sağlamak amacıyla gerçekleşen bireysel ve çok kıymetli bir davranışa şahit olmuştum. O davranış öylesine takdire şayandı ki duyduğumda çok etkilenmiştim. On an; insanların bakış açılarının; yaşanmışlıklara, eğitim, bilim, teknoloji, sanayi ve yönetimdeki gelişmişliğe, kısacası oluşturulmuş “ülke kültürüne” ne kadar bağlı olduğunu anlamıştım. Böylesine karşılık beklenmeden yapılan destekler, ancak gelişmiş ve Maslow’un son piramidine ulaşmış insan olmanın sonucu olmalıydı.
Üniversitelere gerekli kaynak ve imkan sağlandığı takdirde sanayi destekli projeleri yürütmek hem öğrenciler hem de öğretim üyeleri açısından heyecan duyularak gerçekleştirilir. Unutulmamalıdır ki, üniversiteler varoluşları gereği aynı zamanda dünyaya dönük olmalıdırlar, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri takip ederek, henüz sanayisi oluşturulmamış konular üzerine orijinal çözümler önerip /hipotezler geliştirip/kavramsal tasarımlar yapıp bunları laboratuvar ölçeğinde test edip onaylamalıdırlar. Ancak, bu sayede yeni teknolojilerin geliştirilip, sanayilerin oluşması için en zor aşamalar, en düşük maliyetle aşılmış olur.
Danışmanlık Hizmetleri
Üniversitenin üçüncü ürünü ise bilgi ve tecrübenin doğrudan üniversite çalışanları aracılığı ile hizmet olarak sunulduğu “Danışmanlık Hizmetleri” dir. Bu ürün çok rağbet görmez. Bunun değişik nedenleri olabilir: İhtiyacın farkında olunmayabilir, ihtiyaç fark edildiğinde uzmanın yanı başında olduğunun bilgisine erişilemeyebilir, yanı başındaki uzmandan ziyade dışardaki uzman cazip gelebilir ve böyle bir hizmetin üniversiteden alındığı durumda, neden para ödenmesi gerektiği ve ödenen/ödenecek paranın miktarı tartışma konusu olabilir.
Bu sorgulamaların benzerleri acaba üniversite dışında çoğu zaman herhangi bir sertifikası, yaşanmışlığı, konu uzmanlığı dahi olmayan kendine danışman ünvanı vermiş kişi ve kurumlar için de aynı düzeyde yapılıyor/yapılmıştır? Acaba kaç kurum, Kalite Yönetim Sistemi, TPM, 6 Sigma, Yerinde Anında Kalite (YAK), Yalın Üretim, 5S vb. eğitimi ve danışmanlığı aldı, öğrendiklerini sürdürebildi ve sürdürülemediği durumlarda o danışmanlara karşı bizi anlamadılar dendi.
Danışmanların görevleri uzmanlıkları mertebesinde danışanına yol göstermektir. Gösterilen yolda gidip gitmemek danışanın sorumluluğudur. Sanayici uzman olduğunu yaptığı çalışmaları, verdiği eğitimleri ile tescillenmiş üniversite çalışanlarından, temelinde problem çözümüne yönelik çeşitli alanlarda danışmanlık hizmeti talep ettiğinde de durum aynıdır. Danışmanlık hizmet kalitesi ve gücünü sanayici ve danışman arasındaki ilişkinin oturduğu zemin belirler. Her ne kadar hukuki sözleşmeler imzalansa da karşılıklı saygı, güven ve şeffaflıkla kurulmamış ilişkilerden başarı beklenemez. Üniversitelerin teorik olmakla eleştirildiği, Ar-Ge faaliyetleri sonucu ürettikleri ürünlerin boyutlarının sanayi ürünlerinin boyutları ile karşılaştırıldığı, akademisyenlerin eğitim adına harcadıkları zamanının, yürütülen projelerin gerekliliğinin ve danışmanların bilgi ve emeklerinin karşılıklarının sorgulandığı zeminler ön yargılıdır. Ön yargılar beklentileri etkilerler. Bu beklentilerin doğru şekillenmesi ve önyargıların ortadan kaldırılmasında en büyük görev mezunlara düşmektedir.
Mezunlar, mezuniyet sonrasında, üniversitelerde edindikleri bilgi ve tecrübeleri laboratuvar seviyesinin üstündeki ölçeklerde kurulu sistemleri yöneterek kanıtlamaya hazır olmalı ve eğitime, bilime-teknolojiye değer veren üniversite mezunları olarak bu ilişkinin kazan-kazan anlayışı temelinde sağlıklı kurulmasında ve sürdürülmesinde köprü görevini üstlenmelidirler. Özellikle işbirliğinin sürekliliğinde üniversitelere sağlanacak finansmanın doğal bir hak ve her iki tarafın gelişmesi için gerekliliği benimsenmeli ve benimsetilmelidir.
Teoride kalma eleştirisine de doğru bakış açısı ile bakılmasının sağlanması gereklidir. Pratik çözümler laboratuvarlarda üretildiği ve pratikliğin boyutunun üniversitelerin misyonları ile uyumlu olduğu görülmelidir.
Yurt dışındaki üniversitelerin iyi incelenmesi ve sanayicilerin sağladığı finansman ve diğer desteklerin gözden geçirmesi gereklidir. Yurt dışında üniversite-sanayi işbirliğini tartışılması yerine yaşanmasının temelinde sanayileşme sürecindeki farklılıklar yer alır. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki sanayilerin tarihsel gelişimleri incelendiğinde, sanayicinin iki şapkası olduğu gözlenir; buluşçu ve kurucu. Sanayiler kurucuları tarafından bizzat Ar-Ge çalışmaları yapılarak yaratılıp, geliştirilmiş ve kurulmuşlardır. Çelikte Bessemer, alüminyum basınçlı dökümde Doehler, alüminyum sürekli dökümde Hunter ve Hazelett, otomotivde Henry Ford, telekomünikasyon ve elektrikte Edison ve çokları örnek verilebilir. Bu sanayicilerin pek çoğunun lisans ve lisansüstü eğitim görüp sanayiye atıldığını ve sonrasında da üniversitelerle sürekli ilişkide oldukları görülebilir.
Ülkemiz sanayi tarihi altyapısı ise çoğunlukla ithal bilgi ve teknolojilere dayalı olup yurt dışında yaratılan sanayilerin teknolojileri transfer edilmiş, kullanılmış ve kullanılmaktadır. Son yıllarda ise bir dönüşüm yaşanmaya başlanmıştır. Araştırıp, teknolojisini üreten buluşçulara kendi sanayilerinin kurucuları olmaları yolunda destekler sağlanmaya çalışılmaktadır.
Sanayileşme sürecimizi inovasyon odaklı hale getirebilmenin yolu doğru tasarlanmış sanayi-üniversite işbirliği ile sağlanabilecektir. Sanayici inovasyon odaklı teknolojilerin geliştirilmesinde her iki tarafın varlık sebeplerini, kaynaklarını ve ürünlerini göz önüne alarak gerekli araştırmaları doğrudan finanse edecek olgunluğa erişmelidir. Sanayi çalışanları ve akademisyenlerin aynı dili konuşabileceği, kazan-kazan anlayışını hedef alan çalışma platformları yaratmalıdır. Laboratuvar seviyesinde test edilip onaylanan çözümlerin seri üretime aktarılmasında bu dil kullanılmalı, üniversite çalışanı (akademisyen, öğrenci) sahadaki çalışanla sağlıklı ve güvenli iletişim kurabilmelidir. İnovasyon maliyetlerini azaltmak amacıyla bursiyer destekleme, laboratuvarların ikizlenmesi yerine laboratuvar kiralama/bağış yapma projelerde satın alınacak cihazların proje sonrasında da etkin kullanılabileceği ortamda bulunmasına yönelik bakış açıları ile hareket edilmeli ve ortak beklenti “başarı” olmalıdır. Projelerin çıktıları istenilen hedefe tam olarak ulaşmadığı durumlarda dahi, bilimsel çabaların mutlaka yeni fırsatlar, yeni ufuklar açtığı ve değer yarattığı anlayışı ile hareket edilmelidir. Birlikte çalışabilen bir ekibin oluşturulmuş olması ve konuda uzman nitelikli personelin/mezunun yetiştirilmesinin değerinin paha biçilmez olduğu göz ardı edilmemelidir.
Unutmayalım, ancak kaybettiklerinin farkında ve cesur olanlar, kayıplarını sonlandırmak için para harcarlar ve ancak uzmanlarla sağlıklı iletişim ortamlarında, başarı odaklı, saygı temelli kazan- kazan anlayışı içinde bilim ve teknoloji adına yapılan sistematik çabalar, sürekli radikal değer yaratırlar.
Gelin, bugünden itibaren toplum baskısı ile oluşan ön yargılarımızı terk edelim ve artık bu faydasız tartışmayı arkamızda bırakalım. Var olan enerjimizi bilime dayalı felsefe ile şekillenmiş İnovasyon Kültürü için harcayalım ve bu kültürü benimsemiş, düşünebilen, zihinleri açık, sırf merak ettiği bir konu, hayal ettiği gelecek için finansman ayırabilen, birlikte inovasyon yapabilme olgunluğuna erişmiş insanımız ve özgün teknolojilerimizle gurur duyalım.